01.04.2020

TEDBİRE UYMANIN MÜKAFATI, AYKIRI DAVRANMANIN DA VEBÂLİ VARDIR!

Hüseyin Köksal
Vakfıkebir İlçe Müftüsü

TEDBİRE UYMANIN MÜKAFATI, AYKIRI DAVRANMANIN DA VEBÂLİ VARDIR!

Varlık aleminde, emre âmâde nimet ve imkanlarla seçkin bir konuma yerleştirilen insan, bu ayrıcalığını kulluk faaliyetine yönlendirmekle mükellef kılınmış, diğer canlılardan farklı bir görevle mükellef kılınmıştır.

Ruh ve beden esenliğini ifade eden sağlık, imandan sonra insana verilen en büyük nimettir. Hayatın ve kulluğun başarısı sağlıklı olmaya bağlıdır. Çünkü sağlık sorunlarıyla meşgul olmak, kulluk vazifesine engel olmakla kalmaz, hayatı da alt üst eder. O nedenle Peygamberimiz (s.a.s), sağlığın, kıymeti bilinmeyen iki büyük nimetten biri olduğunu ve kıyamet günü, insana yöneltilecek ilk suâlin kişinin sağlığıyla ilgili olacağını haber vermiş, hastalanmadan önce hastalık nedenlerini ortadan kaldırmanın gereğine, hastalık ortaya çıktıktan sonra da tedavisiyle ilgilenmenin zorunluluğuna işaret etmiştir.   

Hakkı hak sahibine vermek İlâhî buyruktur. Her varlığın, her nimetin ve her imkanın kişi üzerinde hakkı vardır. Allah’ın hakkı, O'na ortak koşmamak, Kitabın hakkı onu anlayarak okumak ve yaşamak, ana babanın hakkı onlara ihsânla muamelede bulunmak, ihtiyaç sahibinin ve yetimin hakkı, imkanlardan onları da faydalandırmak…. Öz benliğin de kişi üzerinde hakkı olduğu hadislerde çokça zikredilmektedir. Yemeye içmeye, istirahate dikkat etmek, beden ve ruh sağlığını tehlikeye düşüren şeylerden uzak durmak, bozulan sağlığı yeniden tesis etmek için tedavi yollarına müracaat etmek, kulluğumuzun gereğidir. Zira Peygamberimiz; şifası olmayan bir hastalığın yaratılmadığını, ihtiyarlık hariç her hastalığın bir çaresi ve ilacı olduğunu, hastalığı tedavi etmenin de etmemenin de kaderden olduğunu bildirerek hastalıklardan korunmak kadar hastalığı tedavi etmenin de önemli bir kulluk görevi olduğuna işaret etmiştir.

Esasında hastalıklara önlem almak, hastalandıktan sonra tedavi yolları aramaktan daha değerli, daha kolay ve çok daha sevap; aksi ise zor ve büyük günahtır. Vahiyden ve peygamber uygulamalarından beslenen bin yıllık İslâm Medeniyeti, temizliği ve kirletmemeyi erdemin ötesinde görev saymış, hayata egemen kılmıştır. Eve girince, uykudan uyanınca, yemekten önce ve sonra, tuvaletten önce ve sonra elleri yıkamak, namazlardan önce abdest almak, Cuma namazına özgü boy abdesti almak, ibadet için de olsa suyu çok kullanmayı israf saymak, derenin kenarında da olsa ihtiyaç kadarını kullanarak suyu kirletmemek; zararlı yiyecek, içecek ve keyif verici maddelerden uzak durmak, İslâm’ın tedbirli olma ilkesinin gereği ve Peygamberimiz (s.a.s)'in hasta olmadan sağlığın kıymetini bilmeyi öğütleyen koruyucu hekimliğin ifadesidir. Temizlikte zâfiyet, sigara ve alkollü içecek gibi zararlı madde kullanımı, kronik hastalıkların azmasına neden olan yiyeceklere düşkünlük, sağlığa zararı olduğu bilinmesine rağmen önlem almamanın neden olduğu sonuçlara davetiye çıkarılmakta, kötü kadere yer açılmaktadır. Bulaşıcı hastalığın olduğu yere girmemek ve bulaşıcı hastalığın olduğu yerden çıkmamak, hastalığın yayılmasını ve can kaybını önlemek, hastalıklarla mücadeleye yönelik karantina uygulamasıdır.

Dünyamız bulaşıcı hastalıklar konusunda büyük tecrübeye sahiptir. Her salgın hastalık, insanlığa ağır bedeller karşılığında ders vermiştir. Hayatın her alanında ölçülü olmayı emreden son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s); "Bir yerde bulaşıcı hastalık varsa oraya girmeyin, bulunduğunuz yerde bulaşıcı hastalık varsa oradan da çıkmayın" buyurarak asırlar öncesinden tedbiri insanlığa öğretmiştir. O'nun terbiyesinde yetişen Hz. Ömer de halifeliği döneminde, beraberinde sahâbeden bir grupla birlikte Şam bölgesine doğru yola çıkmış, fakat ziyaret mahallinin bir bölgesinde vebâ salgını olduğu haberini almış, istişâreler sonucunda oradan geriye dönmeye karar vermişti. Geri dönme kararını kendi kader anlayışıyla bağdaştıramayan ordu komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah, Hz. Ömer’e, “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” dedi. Hz. Ömer de, “Keşke bunu senden başkası söyleseydi! Evet Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz. Söyle bakalım; şayet senin develerin olsa, iki yamacı olan bir vadiye otlatmak için indirsen, o yamaçlardan biri yeşillik, diğeri ise çorak olsa; sen develeri yeşillik yerde gütsen Allah’ın kaderiyle, otsuz yerde gütsen yine Allah’ın kaderi ile gütmüş olmaz mısın?” diyerek, hastalıktan korunmanın tedbir olduğuna, tedbirin de kadere aykırı olmadığına, aksine kaderden olduğuna işaret eden Hz. Ömer, kaderden anlaşılması gerekeni de özetlemiş oldu.

Bugün insanlık büyük bir bulaşıcı hastalığın pençesinde kıvranmaktadır. Dünya ölçeğinde ağır sonuçları ortaya çıkmış ve daha da çıkacak gibi görünüyor. Fabrikalar, işletmeler, alışveriş merkezleri, orta ve küçük ölçekli sanayi kuruluşları, devlet sektörü ve özel sektör, özel ve tüzel bütün kuruluşlar neredeyse üretimi durdurmuş, tüm okullar eğime ara vermiş, virüsün zararını azaltma mücadelesi verilmektedir. Bu süreçte vatandaş olarak devletimizin aldığı bütün kararlara harfiyen uymak, asli görevdir. Bu zamanda iyilik tedbirli olmaktır; evden çıkmamak, tokalaşmamak, kalabalık oluşturmamak, zorunlu olmadıkça dışarıya çıkmamak, bilim kurulunun tavsiyelerine göre tedbir alan devletimizin her kararına uymaktır. Bunun mükâfâtı da büyüktür. Bu zamanda kötülük ise bu fedakarlığı göstermemek, tedbirlere aykırı davranmaktır. Elbet bu da büyük günah, zihinlere kazınan büyük vebâldir.

Evde bulunacağımız bu zamanda, ihmal ettiğimiz ailemize zaman ayırmalı, birlikte Kur’an okumalı, anlamaya çalışmalı, sistematik olarak kitap okumalı, ihmâl ettiğimiz tefekkür hayatımıza yeniden geri dönmeli, bilgi üretmeye evden başlamalı, mütefekkir bir nesli evden yetiştirmeye başlamalıyız. Namazlarda ailemizle cemaat oluşturmalı, namazların ardından birlikte duâ etmeli, tevbe ve istiğfarda bulunmalıyız. Akrabaya, komşuya ilgi göstermeli, hastanın, engellinin, yetimin, yoksulun ihtiyacını gidermeliyiz. Farklı düşüncelerin, bir bütünü tamamlayan unsurlar ve zenginlik kaynağı olduğu anlayışıyla, bütün dünya görüş ve mülahazalarını bir tarafa bırakarak, sırf farklı düşünce ve mülahazalar uğruna düşmanı cesaretlendirecek ve heveslendirecek savrulmalara yol açmadan her zaman dînü devlet mülkü millet için bir blok olmaya çalışmalı, başarabilecek birliktelik için Yüce Allah’tan inayet dilemeliyiz. En büyük mahrumiyetin yaratanla münasebeti kesmek olduğu biliciyle sevdiklerimizle birlikte en sevgiliye halimizi arzetmeli, duayı yaşam tarzı haline getirmeli, içinde bulunduğumuz durumdan dünyayı da bizi de kurtarması için yalvarmalıyız. Bu süreçte,bütünüyle hepimiz asil ve asıl kimliğimize uygun olanı yaparak sahip olduklarımızı bölüşmeli, gelecek endişesiyle kardeşlik hukukunu çiğnememeliyiz. Tüfekle karşımıza çıkan düşmana gösterdiğimiz mukavemeti, virüsle karşımıza çıkan düşmana da gösterilmeli, tüfeksiz yendiğimiz düşmanın biyolojik silahına yenilmemeliyiz. Bu ağır imtihandan çıkarılması geren dersleri de ihmal etmemeliyiz.

Dünyanın bir ucundan bütün ülkelere yayılan virüsün,memleketimiz ve milletimiz üzerinde derin izler bırakmasına engel olmak için devletimizin aldığı kararlardan ötürü başta Cumhurbaşkanımız olmak üzere bütün devlet ricâline, İlçemizde Kaymakamımız, Belediye Başkanımız ve diğer yetkililere, devletimizin aldığı kararlara uyan halkımıza teşekkür ve dua ediyoruz. Yüce Allah bizi ağır imtihanlara tabi tutmasın, her hâl ve şartta birbirimizle kenetlenmeyi, kardeş olabilmeyi, paylaşmayı ve bölüşmeyi nasip eylesin, acılardan, musibetlerden, bulaşıcı hastalıklardan muhafaza eylesin, derman arar duruma düşürmesin, dertlilerle hemhal olmayı nasip eylesin. Bu süreçte hayatını kaybeden kardeşlerimize, bu vatanı, bize emanet eden memleket yapan aziz şühedâya ve bilcümle geçmişlerimize Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.

Selam ve dua ile…